Vicente Feola
Vicente Feola

İdam sehpasından dönen teknik direktör

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Cem Arber / Diyagonal E-Dergi 22.sayı özel yazısıdır.

İdam sehpasından dönen teknik direktör: Vicente Feola

Bir teknik adam düşünün ki, ülkesinin kazandığı ilk Dünya Kupası’nda milli takım teknik direktörü olarak görev almış olsun. Kupanın kazanılmasının ardından yükselen şöhret, alınan övgüler, futbol filozofları arasına adının yazılması ve tüm dünyadan yağan teklifler. Sonrası ise vahim. Vatan hainliği ile suçlanmak, linç tehlikesi geçirmek, evinin önüne idam sehpası kurulması ve Brezilya’dan kaçış. Bahsettiğimiz isim Brezilyalı Vicente Feola. Bu ayki köşemizde onun uçlarda yaşanmış teknik adamlık hikâyesini sizlere aktaracağız.

Vicente Feola kimdir
Vicente Feola kimdir

1909’da Sao Paolo’da dünyaya gelen Vicente Feola’nın uzun diyemeyeceğimiz bir futbolculuk kariyeri var. 13 yaşında okul takımında başladığı futbolu aile baskısıyla 20 yaşında bırakmak durumunda kalmış. Oynadığı dönemde sağ açık ve sağ iç olarak görev yaptığını yazıyor eski kitaplar. Futbolu bıraksa da tüm hayatını etkileyecek dik başlılığı ve inatçılığı daha o yaşlarda kendisini göstermiş ve anne babasının ticarete atılması konusundaki telkinlerine kulaklarını tıkayıp, spor eğitmenliği okumaya karar vermiş. Tahsilini bitirince de ilk işi antrenörlük kursuna gidip diplomasını almak olmuş. 

1937 yılına gelindiğinde Feola, rüyalarını süsleyen teknik adamlık görevinde ilk dişe dokunur sıçramasını, doğduğu yerin takımı Sao Paolo’nun başına geçerek yaptı ve 1937-1962 arasında çeşitli zaman aralıklarında bu ekibi 4 kez çalıştırdı. O tarihlerde teknik adamların hem kulüp takımlarını çalıştırıp, hem de milli takımda görev almaları deyim yerindeyse adettendi. Feola da Dünya Kupası ile 1950’de milli takımı çalıştıran Flavio Costa’nın yanında asistan teknik direktörlük görevinde tanıştı. İyi ya da kötü futbol üzerine kafa yoran ve kendi fikirlerini ortaya koyan bir teknik adam portresi çizen Feola, çoğu zaman çevresiyle uyumlu bir görüntü çizmedi. Bu nedenle de bulunduğu konumda yükselmesi çok kolay olmadı. Ancak üzerinden çok seneler geçtikten sonra bugün rahatlıkla söyleyebiliyoruz ki, Feola’nın inandığı doğrulardan sapmayışı dünya futbolunun gelişimine yön verdi. En basitinden, Pele’nin milli formayı giyip efsaneler arasına adını yazdırması bile Feola’nın inadından kaynaklanıyordu. Bu konuya ileride değineceğiz.

Vicente Feola
Vicente Feola

Brezilyalılar, 1950’de kendi evlerinde düzenlenen Dünya Kupası’nda finalde Uruguay’a kaybederek ikinci kaldılar. Güney Amerika’daki futbol rekabeti göz önüne alındığında bu aslında acı verici bir sonuçtu. 1954’deki turnuvada ise çeyrek finalde Macaristan’a kaybettiler. Kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi bu sonuç Brezilya futbolunda önemli bir çalkantı yarattı. 1954-58 arası 4 yıllık dönemde sambacılar tam 9 kez teknik direktör değişimine gittiler. Bu dönemde artık radikal bir yeniliğe ihtiyaç duyulduğunu düşünen federasyon yetkilileri, sivri dili ve yenilikçi fikirleriyle tanınan Vicente Feola’yı milli takımın baş antrenörlüğüne getirerek risk aldılar. İşin ilginç yanı bu görev Feola’ya tevdi edildiğinde 1958 Dünya Kupası’nın başlamasına sadece bir ay vardı. Kimbilir belki de Brezilyalı yetkililer, milli takımın başına Feola’yı getirirken, olası bir kötü sonuçta basın ve halkın galeyanıyla sadece gözünü budaktan sakınmayan Feola’nın başa çıkabileceğini düşündüler. 

Feola’nın gelişi daha yolun başında Brezilya futbolunu yönetenlerin başını ağrıttı. Milli takımı açıklayan Vicente Feola, kadroda henüz yaşı 18 bile olmayan üstelik ciddi bir sakatlık geçirmiş Pele ile yeşil sahaların o dönemdeki haşarı çocuğu Garrincha’ya yer vermişti. Milli takım patronu, kadroyu açıklar açıklamaz yukarıdan baskı görmeye başladı. Henüz rüştünü ispat etmemiş sakat Pele ile soyunma odasında taktik konuşulurken bir köşede çizgi roman okumasıyla nam salmış, alkol ve kadın düşkünlüğüyle bilinen Garrincha’nın isimlerine çizik atması isteniyordu. Kolaylıkla tahmin edeceğiniz gibi Vicente Feola dik kafalılığını bu mevzuda da konuşturdu ve kararından geri adım atmadı. Açıkçası Dünya Kupasına çok kısa bir süre kalmışken, federasyon yetkililerinin de eli kolu bağlıydı. Çaresiz Feola’nın suyuna gitmek zorunda kaldılar. Bilmedikleri şey, Brezilya futbol tarihinin yeniden yazılmak üzere olduğuydu.

Turnuvaya fırtına gibi giren Sambacılar; grup aşamasında Avusturya’yı 3-0, Sovyetler Birliği’ni ise 2-0 yendiler. İngiltere ile 0-0 berabere kalsalar da o maçta da göz doldurdular. Bu sonuçla grup liderliğine gol yemeden ulaştılar. Çeyrek finalde karşılaştıkları Galler’i genç Pele’nin 66.dakikada attığı gol ile 1-0 kazanarak elediler. Siyah inci parlamaya başlamıştı. Yarı final maçında Fransa’ya 5 gol atan Brezilya’da, gollerden üçünün sahibi turnuvaya çağrılması hoşnutsuzluk uyandıran Pele idi. Finalde Sambacıların rakibi ev sahibi İsveç oldu. Maç başında 1-0 geriye düşmesine rağmen, Fransa’ya uyguladığı tarife ile maçı 5-2 kazanan Brezilya, tarihinde ilk kez Dünya Kupasını kazanarak tüm halkı sokaklara döktü. Pele bu maçta da rakip fileleri 2 kez havalandırdı ve bir anda milli kahraman haline geldi. Turnuva 11’ine Brezilya’dan tam 6 futbolcu seçilirken, bu futbolcular arasında Pele ile Garrincha da yer aldı. Feola’nın oynadığı kumar tutmuş, Pele ve Garrincha konusunda basını ve futbol otoritelerini karşısına alma pahasına takındığı tavır meyvesini vermişti. Brezilya’nın bu başarısı elbette futbolcular kadar Vicente Feola’nın da yıldızını parlattı. Tüm dünyada futbol konulu konferanslara davet ediliyor, teknik adam seminerlerine konuşmacı olarak çağırılıyordu. Her ne kadar ülkesini terk etmeyi istemese de birçok transfer teklifi de alıyordu. Feola, yıllar sonra başarısının sırrını soranlara şu şekilde cevap verecekti:

“Brezilya 4-2-4 sisteminde oynuyordu ancak 1958 Dünya Kupası’nda rakiplerin orta sahayı kalabalık tutacaklarından ve oyun kurmamızı engelleyebileceklerinden endişe ettik. Bu nedenle takımda iki taktiksel değişiklik yapmak durumunda kaldık. Sol açık Zagallo’yu top rakipteyken orta alana sokarak, rakibe karşı sayısal anlamda yenik düşmemeyi planladık. Top bizdeyken topla çıkarak hücumdaki yerini alıyordu. (Feola’nın bu uygulaması günün modası “false back” kavramının bir hücum versiyonu gibi) Ayrıca beklere hücumda orta sahaya gitmelerini ve hücumları desteklemelerini tembih ettik. Böylelikle dışarıdan 4-2-4 gibi görünen dizilişimiz, topun olduğu bölgeye göre ya 4-3-3 ya da 2-4-4 oluyordu. Bu aynı zamanda 7 kişiyle savunmak, 8 kişiyle hücum etmek anlamına geliyordu. Bu taktiğimizi çözmeleri kolay olmadı. Çözebilenler de önlem alamadı.”

O yıllar için futbol devrimi anlamına gelen bu ifadeler ve benzeri teknik dokunuşlar, Feola’nın yıldızını patlattıkça parlatıyordu ama madalyonun diğer yüzünden bakıldığında kendisini menfi yönde etkilediği de söylenebilir. Artan şöhret ve ilgi, Vicente Feola’nın zaten “sivri” olarak tanımlanan dilini daha da keskinleştirmiş, kimilerine göre onu bir kibir abidesi haline getirmişti. Kötü oynanan maçların ardından basında çıkan kritiklere öfkeleniyor, konuyla ilgili soruları “Spor yazarları futboldan anlamaz” diyerek kestirip atıyordu. Spor yazarlarının kışkırttığını söylediği futbolseverleri de “bir şey bilmeden gevezelik yapan cahil takımı” olarak niteleyince, Brezilya’da epey tepki çekti. Tüm bu yaşananlar esnasında Brezilya, Feola’nın dizayn ettiği taktik sistemle 1958’in ardından 1962 Dünya Kupasını da kazandı. 1962’de Pele ilk maçta sakatlanıp turnuvayı kapatmış olmasına rağmen, sahneye Garrincha ve Vava çıkarak milli takımı sırtladılar. Milli takımın başında Aymore Moreira vardı ama sahadaki sistem Feola’nın eseriydi. Nitekim 1963’te Brezilya milli takımı oynadığı hazırlık maçlarında; Portekiz, Belçika, Hollanda ve İtalya gibi takımlara yenilince, federasyon yetkililerinin ilk aklına gelen Moreira’yı gönderip takımın başına Feola’yı geri getirmek oldu.

Vicente Feola’nın 1964-66 arasını kapsayan ikinci dönemi aslında çok parlak başladı. Dünya Kupası başlayana kadar oynanan 23 maçta sadece Arjantin’e yenildiler. Zaman zaman alınan beraberlikler can sıkıyordu ama en azından işler yolunda görünüyordu. Öte yandan bu yıllarda dünya futbolu bir değişim içerisindeydi. Artık Avrupalı takımlar daha çok taktiğe dayalı, defansif, sert ve kontra atağa yatkın oyun şeklini benimsemeye başlamışlardı. Turnuvada Bulgaristan, Macaristan ve Portekiz ile aynı gruba düşen Brezilya, ilk maçında Bulgaristan’ı 2-0’la geçti. Goller Feola’nın prensleri Pele ve Garrincha’dan gelmişti. Sambacılar, Bulgaristan maçının kendileri açısından bir gösterge olmadığını Macaristan karşısında anladılar. Bireysel yeteneklerle göz okşayan Brezilya’nın karşısında artık makine düzeninde ve maçlarda sertlik uygulayan rakipler vardı. Macaristan maçı 3-1 kaybedildi. Bir sonraki rakip, zamanın formda takımlarından Portekiz idi ve Brezilya’nın son şampiyon olarak katıldığı turnuvadan grup aşamasında elenme tehlikesi vardı. Bu daha önce yaşanmamış bir şeydi ve doğal olarak ülkede tansiyon yükseldi. Karşılıklı açıklamalarla yükselen gerilimde yine basın ve futbolseverler bir yanda, Vicente Feola diğer yandaydı. Takım ve kendisi hakkında yapılan eleştirilere sinirlenen Feola, Portekiz maçına kaleci dâhil 8 yedek oyuncuyla çıktı. Bu bir meydan okumaydı. 19 Temmuz 1966’da Goodison Park’ta oynanan karşılaşmada Eusebio’lu Portekiz, 62 bin seyirci önünde Brezilya’yı sahadan silerek 3-1 kazandı ve yer yerinden oynadı. Vicente Feola için sivri dilinin bedelini ödeme vaktiydi. Oyuncular protestolar altında güç bela ülkeye dönebilirken; Feola artan tehditler, hakaretler, resimlerinin yakılması ve hatta evinin karşısına idam sehpası kurulması nedeniyle ülkesine dönemedi. Çareyi Şili’ye kaçmakta buldu, ortalık yatışana kadar da orada kaldı.

Türk futbolunun Baba Gündüz’ü Gündüz Kılıç, Vicente Feola’nın 6 Kasım 1975 tarihinde vefat etmesinin ardından yazdığı yazıya “Toplum Gözünde Ölmek” başlığını uygun gördü. Bakın o yazıda hangi çarpıcı ifadelere yer vermiş:

“Feola’yı iki kez görmüş ve görüşmüştüm. İlki 1964’te İngiltere’deki futbol seminerindeydi. Üstat oraya misafir konuşmacı olarak davetliydi. Programda ona ayrılan saatte seminer salonuna hiç unutamayacağım bir haşmet içerisinde girmişti. Laf değil bu, salona giren dünya şampiyonu olmuş bir takımın lideriydi. O önde yürüyor arkasında bulunan üç adam da onu izliyordu. Bunlardan biri Brezilya’nın İngiltere Büyükelçisi, biri dünyaca ünlü spor doktoru Gozlin, diğeri de Brezilya’nın Spor Bakanı idi. Hükümet gibi bir adam derler ya, işte tam anlamıyla öyle bir adamdı Feola o zamanlar. Kürsüye çıkmış, Brezilya kadrosunu nasıl seçtiğini, nasıl çalıştırdığını, nasıl oynattığını anlatmıştı uzun uzun. Konuşmalarını seminerdeki İngiliz otoriteleri dikkatle not ettiler. Sonra ona sorular sordular, cevaplarının hepsini haklı buldular. En sonunda da ayakta alkışladılar. İnsanların dünya kurulduğundan beri boyun eğdikleri bir kural o gün de mağrur İngiliz futbol adamlarına boyun eğdirmişti. Hak daima kuvvetlinindi, galibindi…

1968’de ikinci kez karşılaştım Feola ile. Geniş bir futbol araştırması için Güney Amerika’ya gitmiştim. Bu arada tabii Brezilya’ya da uğradım. Bir gün Rio’da dünyanın en büyük stadı Maracana’yı gezerken çok üzücü bir tablo ile karşılaştım. Stadın mermer kaplı şeref holünde Brezilya’nın dünya şampiyonu futbol takımının doğal büyüklükte bir resmi asılmıştı. Takımın ortasında şişman gövdesinden ve kılık kıyafetinden anlaşıldığına göre Feola da vardı. Anlaşıldığına göre diyorum çünkü yüzü gözü delik deşik edilmiş, kalem darbeleri ile karalanmıştı. Demek şeref holünden her geçen, unutamadığı 1966’nın acısını ondan böyle çıkarmıştı. Gözlerimle görmesem İngiltere seminerindeki o kudretli adamın bu durumlara düşeceğine asla inanmazdım. İçim burkuldu, ona pek acıdım.

Sordum soruşturdum, Sao Paulo’da yaşıyormuş. Gittim kendisini buldum. İçinde yetiştiği sonra da yönettiği Sao Paulo F.C Kulübü hatırşinas çıkmış, ona oyalansın diye idarede bir iş vermişti. Futbol adamı olarak hatırlanmasına çok sevinmişti. Uzun uzun futboldan konuştuk. Zekâsı hala keskin, futbol bilgisi alabildiğine zengindi ama bir türlü beni bırakmayışından, sormadan eski zaferlerini tekrar tekrar anlatmasından hemen anladım ki Feola artık bitmişti. Anlayacağınız Feola aslında 1966’da öldü. Geçen gün ise sadece gömüldü.”

(*) Gündüz Kılıç’ın yazısındaki ilgili bölüm Mehmet Emin Kunt’un “Galatasaray ve Türk Futbolundan Geçen Bir Dev: Baba Gündüz” kitabından alınmıştır.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.